Hakan Günday’ın, ‘Daha’ romanında, Harmin, Gazâ’ya şöyle diyor:  “Tek yaptığım, işte bu teknede, öylece oturup durmak! Lotus çiçeklerini bilir misin? Nilüferlere benzerler. İşte onlar gibi duruyorum bu suyun üstünde.”

Lotus çiçeklerini bilir misin?

Lotus çiçeği gizemli ve kutsal, mucizevi bir çiçek. Nilüfer çiçeğine benziyor. 

Lotus, sonsuz yaşamın simgesi. 

Geceleri yapraklarını kapatan lotus çiçeği, gün doğumuyla beraber açılmaya başlar ve güneşe merhaba der. 

Meditasyonun temel duruşu olan Padmasana yani lotus beyni sakinleştirir. 

Lotusun kökleri onu çamura tutturur, fakat çiçek her defasında mükemmel bir şekilde açar. 

Farklı renklerinin anlamları var. Beyaz saflığın, kırmızı sevgi ve tutkunun, pembe aydınlanın, mavi bilgeliğin, mor ise maneviyatın sembolü olmuş.

Genellikle ruhsal uyanışı, saflığı ve sadakati temsil ediyor. Bu inanç, lotus çiçeklerinin çamurda açmasından ve çamurlu suyun ortasında tertemiz kalabilmesinden geliyor. Budizm için bu, zorluklara rağmen semaya çıkma ve bilgeliğin ışığına ulaşma anlamına geliyor. 

İnsanların içlerindeki karanlıktan arınmasını, kendi iç dünyasına ve huzura dönmesini gösteriyor. Lotus çiçeği, insanın kendisinin yaşamını ve anlam arayışını ifade ediyor. Bir nevi insanın yeniden doğuşunu, kendi yolunu arayışını, bu yoldaki yaşamını anlatıyor. 

Lotus çiçeği, Hermann Hesse’nin “Siddhartha”sıdır. 

“Onun ruhu bütün dünyadır.”