Hermann Hesse'nin çoğu eserinde olduğu gibi bu kitabın da ana teması, gezginin kendini arama-bulma çabasıdır. Kendini arayışın yolculuğudur.

Romanda Goldmund, doğayı ve duyguyu, Narziss ise bilim ve mantığı temsil eder.

Friedrich Nietzsche'nin “Tragedyanın Doğuşu” adlı yapıtında incelediği iki kavram (Apollon’cu ve Dionysos’çu sanat)  var. Apollon; biçimin, uyumun ve kontrolün, Dionysos ise taşkın ve coşkun duyguların, tutkunun simgesi. Bu açıdan, Narziss Apollon’u, aklı ve ölçülü olmayı; Goldmund ise Dionisos’u, duyguları, yaşamayı ifade eder. Bu teori ve pratik arasındaki farkı bize gösterir.

Narziss için Goldmund’u kendine dost edinmesi çekici görünse de bir tehlikedir. Narziss’e göre yaşamın özü ve anlamı usa hizmetten oluşur. Her şey ustur onun için, sevgi bile. Goldmund’un yurdu yeryüzüdür,  Narziss’in yurdu ise düşüncelerdir. Narziss bir düşünürdür, Goldmund ise sanatçı. Goldmund için dünya imgelerden, Narziss içinse kavramlardan oluşur.

Narziss Goldmund’a şöyle seslenir: Biz düşünürler, dünyayı kendisinden soyutlayıp alarak Tanrı’ya ulaşmaya çalışıyoruz. Sen ise onun yarattığı dünyayı severek ve yeniden yaratarak Tanrı’ya yaklaşmak istiyorsun. Goldmund gibi yaşamak daha çocuksu, daha insansı bir şey değildi yalnız; yaşamın seline ve karmaşasına kendini bırakmak, günahlar işlemek, bunların acı sonuçlarına katlanmak, aslında dünyadan elini eteğeni çekip tertemiz ellerle daha temiz bir yaşam sürmekten, uyum dolu güzellikler içinde bir düşünsel bahçe kurmaktan ve koruma altındaki tarhlar arasında günahlardan uzak gezinip dolaşmaktan daha çok cesaret isteyen, daha yüce bir şeydi.

Goldmund ise şunu söyler: “Bir çiçeğin yaprağı ya da yol üzerindeki küçük bir solucan bir kitaplıktaki kitapların tümünden daha çok şey söyler insana, kendisinde daha büyük bir hazine barındırır.”

Goldmund, sözler, öğretiler, açıklamalar ve uyarıların uzağında, kanlı, canlı bir yaşamı ister. Yaşayarak, severek, çocuksu bir heyecanla kendine yol alır…