İnsan büyüyünce çocukluğunu unutabiliyor. Büyümek güzel, ancak insanın; çocuklarda doğallıkla olan dürüstlüğü, coşkuyu, merakı içinde yaşatarak büyümesi en güzeli. Hep çocuk kalmayalım. Hayatın bilinçli, büyümeyi kabul eden yetişkinlere ihtiyacı var. Bununla beraber çocuk heyecanlarımızı, keşif duygumuzu, coşkumuzu ve dürüstlüğümüzü hep yaşatalım. Çünkü sağlıklı yetişkinler olabilmemiz için, çocukluğumuzun duygularına ihtiyacımız var. Çocuk denince akla masal gelir. Masal dediğimizde de, La Fontaine, Ezop gibi klasikler gelir hemen aklımıza. Bugün başka bir masalcıdan bahsedeceğim. Belki duydunuz ismini belki duymadınız. Beydeba’nın yazdığı Kelile ve Dimne. Ne zaman yazıldığı ile ilgili kesin bilgiler olmamakla birlikte M.Ö 9.yüzyılda Sanskrit dilinden Arapçaya çevrilmiş. Bir Hint hükümdar Debşelem Şah ile yaşlı bilge Beydeba’nın günler, belki de haftalar boyu söyleşmesiyle, ön dört bölüm ve iç içe bir çok öykü yer almaktadır Kelile ve Dimne’de. Öykülerin kahramanları çoğunlukla hayvanlardır. Bu öyküler sadece çocuklar için değil. Yüzyıllar boyunca pek çok hükümdara ve lidere rehberlik etmiş. Şimdi Kelile ve Dimne’den bir öyküyü 23 Nisan için çocuklarımızla birlikte okuyalım.  Yalan söylemenin, hırsın sadece söyleyenlerin sevdiklerine değil, söyleyenlere de zarar verdiğine güzel bir örnek okuyalım. 23 Nisan Uluısal Egemenlik ve Çocuk bayramımız kutlu olsun.

YALANCININ MUMU

Tizhoş, Hazım’ın aksine, oldukça kurnaz, işini bilen ve çıkarcı biriydi. Bir gün birlikte mal alıp satmak için yola çıktılar. Giderken yolda bir küp altın buldular. Aslında çalışmayı pek sevmeyen Tizhoş bir teklifte bulundu:

– Gel, ticaret yapmaktan vazgeçelim. Bulduğumuz bu hazineyi kârımız olarak görüp dönelim.

Hazım, Tizhoş’un önerisini kabul etti. Ve iki arkadaş, memleketlerine geri döndüler.

Hazım:

– Haydi paylaşalım altınları, dedi.

Tizhoş’un kafasında başka bir düşünce vardı.

– Benim ilginç bir fikrim var. Yıllardır birlikte ticaret yapıyoruz. Birbirimize güvenimiz sonsuz. Hem kardeş sayılırız, altını bir yere gömelim. İhtiyacımız olduğunda gelip çıkarırız, ne dersin?

Hazım, arkadaşının düşüncesinde herhangi bir artniyet olmadığını umarak kabullendi bu fikri. Kendilerine gereği kadarını alıkoydular. Gerisini götürüp şehrin çıkışındaki ulu bir ağacın dibine gömdüler. Aradan günler geçti. Hazım’ın parası bitmişti. Arkadaşına:

– Benim hiç param kalmadı, biraz altın çıkaralım mı? diye sordu. Tizhoş:

– Tabii, dedi bana da gerekiyordu para.

Gittiler, küpü koydukları yeri kazdılar. Fakat o da ne! Altının yerinde yeller esiyordu. Tizhoş, kuşkulu kuşkulu baktı arkadaşına:

– Demek, dedi, sen benden habersiz gelip açtın altını.

Hazım neye uğradığını şaşırmıştı. Tizhoş, boğazına sarılmış, gırtlağını sıkıyor bir yandan da bağırarak suçluyordu onu. Ne yaptılarsa olmadı. Çareyi kadıya gitmekte buldular.

– Kadı Efendi, diye başladı Tizhoş, durum böyle böyle...

Kadı eliyle sakalını kaşıdı. Bir ona baktı, bir diğerine. Doluya koydu almadı, boşa koydu dolmadı.

Şaşırtıcı bir öneride bulundu:

– Tek çıkar yol, gidip ağaca sormak. Onun tanıklığına göre hüküm vereceğim.

Ertesi gün gidilecekti. Tizhoş, o gece ihtiyar babasını sıkıştırdı.

– Ağacın gövdesi oldukça geniş. Sen içine girip, Kadı’nın sorusuna, “Altınları

Hazım çıkardı” diye cevap vereceksin. Adamcağız, “oğlum yapma etme, ben şimdiye dek kimsenin hakkını yemedim, haksızlık yapmadım, yalan söylemedim, bir ayağım çukurdayken beni böyle çirkin bir işe alet etme” dediyse de oğluna engel olamadı. Sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Ertesi gün, erkenden gidip ağaca gizlendi adam. Kadı, yanında Tizhoş ve Hazım olmak üzere gelip ağaca sordu: – Ey ağaç, altınları kim çıkardı? diye.

Ağaçtan ses geldi:

– Hazım çıkardı.

Hazım handiyse küçük dilini yutacaktı! Sapsarı kesildi. Dizlerinin bağı çözüldü. Düşüp bayılıverdi oracıkta. Tizhoş’un sevinçten içi içine sığmıyordu. Kadı Efendi, göründüğü kadar saf değildi. Ağacın bu konuda şahitlik edemeyeceğini bilemeyecek kadar da bilgisiz değildi. İşin içinde bir gariplik olduğunu anlamıştı. Tizhoş, Kadı’nın birşeylerden kuşkulandığını görünce telaşa kapıldı. Kadı, bir ateş yakılmasını emretti. Ağacın dibinde ateş yakılınca içerde dumandan boğulmak üzere olan yaşlı adam kendisini güç bela dışarı atmıştı. Olup biteni birer birer anlattı. Tizhoş’a gereken ceza verildi. Babasıysa, utancından kalbi dayanamadı, oracıkta ölüverdi.