Şimdi kaç mevsim değil kaç kuşak geçti üzerimizden? X, y, z, o, bu, şu değil. İnsanlık geçti üzerimizden. Öyle bir insanlık ki tabiri zor yaşanması ağır. Yoksa biz bu yükü kaldıramıyor muyduk artık? Acaba, biz o biz olmaktan mı çıkmıştık? Nasıl nefret, nasıl hırs dolu omuzlarımızda ki yükü fütursuzca haykırıyorduk. Sesimizle haykırsak elbet susardık. Bedenimizle, gözlerimizle, kalbimizle haykırıyorduk. Bazen korkuyorum. Bu nefret, bu hırs hiç mi bitmez diye. Biz ne zaman silkeleniriz? Ne zaman yeriz hayatın sillesini? Bizi daha ne durdurabilir ki artık diyorum. Ya da ne korkutabilir ki?  Afetler mi, ölümler mi, hastalıklar mı? Biz ne zaman sorarız kendimize biz kimiz diye? 

Başından beri söze sorularla başladığım bu konuya hiç giriş yapamayacakmışım gibi geliyor. Öyle çok soru var ki aklımda. 

Bugün insanlık adına yazmak istedim. 

"İnsanlık, insanların içinde bulundukları durumlardan türemiş, fedakarlığın temel ahlaki değerleri ile ilişkili bir erdemdir." diyor sözlükte. Bu anlamla yüzleşmek istiyorum. 

Düşünün ki koca dünya insanlar için var olmuş. Dağlar, taşlar, ovalar, hayvanlar, otlar her biri bir döngüde bizi yaşatmak için var. Bu yerküre gecesini, gündüzünü bizim için yaşıyor. Kainat bize hizmet ediyor. Yıldızlar bizlere parlıyor. Ateş bize yanıyor. İnsanlar Dünya'nın 0.01'ini  oluşturuyor ama yine de kalan 99.99'luk dilimde ki herşey insanlara hizmet ediyor. Bizler gözlerimizi tüm bunlara kapamış bizi biz yapan tüm değerleri yok saymış savrulup gidiyoruz.

Yaşanılabilir kılınan bu düzenekte, herşey rayından çıkmış ve bu dünya yaşanamaz hâle gelmiştir. Bizlerin üzüntüleri, beklentileri, sorunları artarken huzuru adete azalmıştır. Bazen şunu düşünürüm. Neden herkes aynı şeyden şikayetçi iken herkes o aynı şeyi yapıyor? Neden isteklerimiz çok adımlarımız yavaş? Teoride birşeyi istiyorsan o şeyi yaparsın. Birşeyi istiyorsan beklemek kuralı ise yoktur. 

İnsanlık demiştik. Fedakarlık ve ahlâkî değerler temelini oluşturuyor. Şimdi bugün bizlere bakıyorum ki fedakarlıktan korkar ahlaki değerleri unutmuş olmuşuz. Biz artık fedakarlığı saflık, ahlakı din saymış, dinin adını duymaya çekinir olmuşuz. Biz artık her konuda ikiye ayrılmış, diğer taraf için bana dokunmayan yılan bin yaşasını beynimize kazımışız. Oysa kavgamız niye? Din vicdandır. İnsanın duyguları vardır. "İnsan" vicdanlıdır. 

Nedendir bilinmez. Hayat zorlaştı. Paranın kölesi haline geldik. Parasız yaşanmaz hale getirildik. Hırslandık. Öfkelendik. Kendimize ölçü kıldığımız başkalarının sahip olduklarına sahip olmak istedik. Onları merak ettik. Onlara sorular sorduk. Onlarla yarıştık. Onların eşleri, onların çocukları, onların evleri, onların topraklarını istedik. Hep biz haklıydık. Oysa bilmedik ki "onlar" arkasında saklı koca sırları. 

Bir kitapta "Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.." diye çok beğendiğim bir söz geçiyordu. Bazen karşıda ki insanın insani duygularını yok sayarak öyle rahat davranıyor ve konuşuyoruz ki. Onu üzmek bize acı vermiyor. Onun da bizler gibi zor zamanlardan geçebileceğini yok sayarak yargısız hükümler veriyoruz. Kelimeleri kırmamak, üzmemek için özenle seçmek yerine rahat ve hayasızca davranıyoruz. Ya da keşke bu kadar basit bıraksaydık herşeyi. Biz onların canına kıyıyor, sonra da kafamızı rahatça yastığa koyuyoruz...

Dünya'nın 0.01'ini  insanlar oluşturuyor demiştik. Çıkan bir haberde ise insanların ortaya çıktığı günden beri hayvanların yüzde 83ünü, bitkilerin ise yarısını yok ettiği yazıyordu. Kendimizi yok ederken, doğayı da yok ediyorduk.

Acı düşüyor insanın içine. Fiilen ya da manen kıyılan her cana bir acı ekleniyor. Bu acılar büyüyüp dağ oluyor. Nefretle, kinle geri dönüyor. Sonra da bir başka acıya sebep oluyor. 

Unutmak insanlığa verilen en güzel nimetlerden olurken unutmayı en kötü yerlerde kullanarak başladık hataya. Acımızı unuttuk, öfkemizi hatırladık. Bizim canımız yandı onların yanmasın demedik. Dur demedik. Konuşmayı öğrenemedik. Yaşamın yükleri dağ olup bindi omuzlarımıza, insanlığa eklendi. Biz bu yükü taşıyamadık. Oysa insanın, insana anlatacakları vardı. Bir anlatabilseydi derdini rahatlayacaktı. Bir dinlenebilseydi anlanacaktı. İnsan ne konuşabildi... Ne dinlenebildi.. Ne de dur diyebildi...

Dünya insanlar için var olmuştu. Fakat insanlık dünya da var olamamıştı. Ve insanın insana anlatacağı daha çok şey vardı...