Dünyayı kasıp kavuran corona virüsüne bende yakalandım.

Geçtiğimiz hafta perşembe günü, eklem ağrısı, terleme ve öksürük, göz kapaklarında ağrı şikayetlerim nedeniyle Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversite Hastanesi’ne başvurdum. 

Başvurum neticesinde test yapıldı.

Sonuç pozitif. 

Perşembe gününden beri evde karantinadayım. 

Karantina sürecimi köyüm olan Anıtkaya’da geçiriyorum. 

Şükür her geçen gün daha iyi oluyorum. 

Şu anda tat ve koku alma rahatsızlığım dışında hafif eklem ağrılarım mevcut. 

Yazı yazabilecek kadar akıl ve beden sağlığım yerinde.

Çok şükür…

Bu süreçte yaşadıklarımı, hissetlerimi ve düşündüklerimi paylaşmak için bu yazıyı kaleme alıyorum.

Corona virüsü, insanı gençken yaşlandırıyor… 

Karantinada olduğumuz için kendimizi mecburen eve kapatıyoruz. 

Evden dışarı bir adım atmanız yasak… 

Sadece akşam saatlerinde kapının önünde sokağın sakin olduğu vakitlerde kısa yürüyüşler yapıyor, biraz oturarak geleni gideni seyrediyorum.  

Bunu yaparken kendimi ayakları tutmayan, işi bitmiş ihtiyarlar gibi hissediyorum. 

Çünkü özgür değilsiniz. 

Dışarıdaki hayata istesenizde katılamıyorsunuz. 

Yaptığınız tek şey dışarıda akan hayatı olduğunuz yerden seyretmek…

Size biçilen rol seyircilik… 

İşte bu sizi genç olsanızda yaşlandıran bir düşünce. 

Corona virüsü, size etrafınızdaki insanların maskesini düşürüyor…

Virüse yakalandığımın haberi hızlı bir şekilde yaşadığım köyün ahalisi arasında yayıldı. 

Bu haberin yayılması ile kapı komşularımız dahil herkes bize vebalı gibi bakmaya başladı. 

Tabi doğal olarak gelip sarılmalarını beklemiyorum. 

Ama kapının önünde oturduğum saatlerde insanların bana yaklaştıkları esnada maskelerini çenelerinden ağızlarına doğru çekmeye başlamalarına bu süreçte şahit oldum. 

Selam vermemek için az daha karşı binaya tosluyacak insanların(!) varlıklarına tanıklık ettim. 

İnanır mısınız araçla geçerken bile korna çalmadan geçen tanıdık insanlar var. 

Sanki aracın kornasına dokunsa virüslerimi kendisine yolluyacağım… 

Sizin anlayacağınız evet ben hastayım, içimde bir yerde corona denilen sinsi bir virüs dolaşıyor.  

Ama bu insanların içinde nasıl bir hastalık dolaşıyor gerçekten anlamış değilim… 

Corona virüsü, sevdiklerinize olan mesafeyi artırıyor…

Ben annesiyle yaşayan biriyim.

Virüsün bedenimdeki yerine alması ile annemle kahvaltı sofralarını ayırdık. 

Mümkün mertebe yan yana gelmiyoruz. 

Aynı odada bulunmuyoruz. 

Birbirimize karşı son derece mesafeliyiz. 

Hiç keyifli bir manzara değil. 

Corona virüsü, dünya lezzetlerinin kıymetini anlamanızı sağlıyor…

Virüsün varlığının bedenimde olduğunu anladığım gün tat ve koku alma yetimide kaybettim. 

O gün akşama doğru yediğim yemeğin ilk lokmasında hem tat hem koku alıyordum.

Aldığım her lokmada her iki yetimde yavaş yavaş gitmeye başladı. 

Yemeğin sonuna geldiğimde ne koku ne tat alma yetim bende kalmıştı.

Yaklaşık 1 haftadır ne tat alıyorum ne koku. 

Bir bardak çayın, bir fincan kahvenin tadını, kokusunu özledim. 

Corona virüslü günler düşünmenizi sağlıyor…

Corona bir hükümdar gibi hayatınıza girdiği an yapacaklarınızı, planlarınızı, işlerinizi kenara bırakmak zorundasınız.

Bende öyle yaptım, bıraktım.

Şu an sadece izliyorum.

Hem hayatı izliyorum, hemde bugüne kadar izleyemediğim filmleri seyrediyorum.

Okuyamadığım kitaplarla meşgul oluyorum.

Okuduğum kitapları yeniden okuyorum.

Hızlıca üzerinde durup geçtiğim kelimelerin üzerinde bir kez daha duruyorum. 

Acelem yok, idrak etmek için bol vaktim var. 

Şu anda biraz eklem ağrılarım var. 

Kalçalarımdan ayaklarıma kadar kemiklerimin sızladığını hissediyorum. 

Ama iyiyim. 

Güzel ve sağlıklı günlerde yeniden buluşmak üzere diyor ve sözü nokta koyması üzere Tolstoy’a bırakıyorum;

“Önemli olan tek bir an vardır o da ‘şimdi’dir. En önemli an şu andır, çünkü bir tek ona sözümüz geçer. İnsana en gerekli olan kişi şu an yanında olan kişidir. Ve de insan için en önemli uğraşı o an yanında olan kişiye iyilik yapmaktır. Zira bu, insanın yeryüzüne gönderiliş gayesidir. -İnsan Ne İle Yaşar? Adlı kitaptan.