Seher yelini beklemek, gökyüzündeki kızıllığı, güneşin doğuşunu beklemek güzel şey. 

Doğanın, içinin yavaş yavaş aydınlandığını görmek, her yeni günün umudu. 

Doğanın uyanan sesini, kuşların sesini, bu en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. 

Sonra kendi şarkını söylemenin zamanı güneşle, yani yaşamanın, doğanın içine çekilmenin, kendi içine çekilmenin zamanı…

Gökyüzünden gelen ışık, toprağa yani tenine işler. Ve şarkın başlar böylece. Yaşam sana gelir, doğa sana gelir. Derin derin çekilen toprağın kokusu, soluğun olur. 

Canına can katarak gelir yağmurlar güneşle. Ve senin hikayeni başlatır. 

Sonra izlersin, bakarsın, görmeye çalışırsın. Yavaşça çekilirsin yaşamaya. İçini doldurmaya. Yaşam içinde, içinden kaynar. Coşkun olur, heyecanların, delirmelerin olur. Ardından durulmaların, düşünmelerin, anlamların gelir bulur seni. Ama önce yaşamak. Yaşamdan süzülen anlamların sonra. Bekleyişlerin. Hüzünlerin. Bunlarla duyarsın içindeki sesi. 

Anılar, yerler birikir. Olanların ve olmayanların, olamayanların da olur. Azalır biraz biraz. Anılar çoğaldıkça, azalır olanların. Sadeleşir, durulaşır ya biraz içindeki. 

Bir güz sabahı, güneşin sarı ışıkları gelir odana. Saksıdaki çiçeklerin güneşlenir. Senin gözlerin güneşlenir. Uykuların güneşlenir her yeni günde. 

Ve yine böyle güneşli bir gün dingin bir kar yağmaya başlar. Usul usul… Dalarsın kar tanelerine, gökyüzünden toprağa düşmelerine. Gökyüzünden gelip toprağa kavuşmalarına. 

Geldin bir sabah, seher yelinde, dönüyorsun seher yelinde başka bir sabaha. 

Yaşayarak, tam da içine düşerek yaşamanın. 

O seher yeli içinde eser. 

Ruhunu, özgürlüğünü, sevgini sunar yaşama…