Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanlığı, Rektörlük Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi, Kocatepe Büyük Taarruz Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından “Kabulünün 101. Yıldönümünde İstiklal Marşı ve Mehmet Akif Ersoy” konferansı düzenlendi.

Rıza Çerçel Kültür ve Sanat Merkezinde düzenlenen etkinliğe AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Aydın ile Rektörlük Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığında görevli Öğr. Gör. Burak Ahmet Saka konuşmacı olarak katıldı.

Rektörlük Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığında görevli Öğr. Gör. Burak Ahmet Saka, “Milli Mücadele Döneminde Mehmet Akif Ersoy’un Faaliyetleri” konulu sunumunda Mehmet Akif Ersoy’un hayatını anlattı. Mehmet Akif Ersoy’un Aralık 1873 tarihinde İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya geldiğini söyleyen Saka, “Babası Tahir Efendi Arnavut kökenli, annesi Emine Şerife Hanım ise Türk kökenlidir. Ailesi ve çevresinde aldığı terbiye ile beraber bu unsur, eğitim hayatı ile birleşerek ona hayatı boyunca İslam’ın, ülkesi ve insanlığın yararına çalışan biri olması için çok önemli katkılar sunuyor. 25 yaşında evlenen Mehmet Akif’in 3 tane kızı, 2 de oğlu var. Karakter olarak oldukça sakin, sabırlı ve oldukça dürüst bir insan olduğu da bilinmektedir” diye konuştu.

“Şiire tutkusu, lise yıllarında başladı”

Mehmet Akif Ersoy’un eğitim hayatı ile bilgiler veren Saka, “Mehmet Akif’in gençlik yılları Fatih’te geçiyor. Anaokulu diyebileceğimiz mahalle mektebini, ilkokulu ve ortaokulu Fatih semtinde tamamlıyor. Babası da bir eğitmen olduğu için babasından oldukça iyi bir Arapça eğitimi alıyor. Şiire olan tutkusu, özellikle lise yıllarında başlıyor. 1885 yılında ise Mülkiye Mektebine başlıyor. Mülkiye Mektebi, sivil yönetici yetiştirebilmek için açılan bir mektep. Eğitime devam ettiği yıllarda 1888 yılında babası vefat ediyor. Bundan dolayı ailesi, hem maddi hem de manevi olarak çok etkileniyor. Mehmet Akif de Mülkiye Mektebini bırakarak bir an önce meslek sahibi olabileceği Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebine kaydoluyor. Güreş, yüzme ve koşma gibi sporlara da çok ilgili. Eğitimi boyunca şiirle ilgisi sürüyor, şiir yazmaya devam ediyor. 1893 yılında ise Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebini birincilikle bitiriyor. Ardından memuriyet hayatı başlıyor” dedi.

“Mehmet Akif’in derin bir dini bilgisi vardı”

Mehmet Akif’in derin bir entelektüel bilgi birikiminin olduğunu, Doğu ve Batı edebiyatını aynı anda okuyup öğrendiğini belirten Saka, “Özellikle Türkçe’ye olan hâkimiyetinin yanında çok iyi düzeyde Arapça, Farsça ve Fransızca biliyor. Bu, onun edebi, fikri ve kültürel derinleşmesinde oldukça önemli bir unsur. Mehmet Akif’in edebi ve kültürel kişiliğinin yanında derin bir dini bilgisinin olduğunu da biliyoruz. Muhafazakâr bir ailede ve çevrede yetişiyor. Ayrıca hafızlığı yarıda bırakmasına rağmen kendi kendine Kuran-ı Kerim’i ezberleyerek hafız oluyor. Dini anlamda kuvvetli bir bilgisi var. Bu onun yaşantısına, şiirlerine, makalesine yansıyor. 1895 yılından itibaren çeşitli dergilerde şiir ve makaleleri yayınlanıyor. 1908 yılından itibaren ise hayatından dönüm noktası olacak olan ‘Sırat-ı Müstakim’ daha sonra ismi ‘Sebîlürreşâd’ olarak değiştirilen ve ikisinin de anlamı Türkçede doğru yol olan derginin başyazarı oluyor” ifadelerini kullandı.

Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Emin Bey ile Ankara’ya geldiğini ifade eden Saka, “10 Nisan 1920 tarihinde oğlu Emin Bey ile beraber gizlice Ankara’ya doğru yola çıkıyorlar. 24 Nisan tarihinde Ankara’ya ulaşıyor. Ankara’ya gelir gelmez Hacı Bayram Camiinde insanlara moral verecek, akıllardaki şüpheyi giderecek olan bir vaaz veriyor. Faaliyetlerine Ankara’da başlıyor. Mustafa Kemal’in de tahmin ettiği gibi sevilen, saygı duyulan bir Müslüman aydının Milli Mücadeleye destek vermek için Ankara’ya gelmesi büyük bir sevinçle karşılanıyor. Öncesinden de tanınan bir yazar. Mehmet Akif Ankara’ya geldiğinde Meclisin önünde Mustafa Kemal Paşa ile denk geliyor. Mustafa Kemal Paşa kendisine ‘sizi bekliyordum efendim tam zamanında geldiniz’ diyor. Mehmet Akif, Mustafa Kemal’in tavsiyesi ile Burdur Milletvekili olarak seçiliyor” dedi.

“Milli marşımız bağımsızlığın göstergesi”

 “İstiklal Marşının Yazımı ve Kabulü” sürecini anlatan AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Aydın, milli marşların bir ülkenin bağımsızlığının, gücünün ve vatanseverliğinin göstergesi olduğunu belirterek, milli marşların tarihçesi hakkında şunları söyledi:

“Milli marşların yazımı eski zamanlardan itibaren savaşta karşı tarafı ürkütmek, korkutmak, kaçırmak şeklinde düşünülmüştür. İlk çağlardan itibaren sözlü, yazılı şekillerde milli marşların varlığını görüyoruz. Sesli müzik aletlerinin kullanılması ile oluşturulan milli marşlar var. En eski milli marş, İngiltere’de 18. yüzyılın ortalarından itibaren kraliyet törenlerinde söylenen ve 1825 yılında milli marş olarak ilan edilen ‘Tanrı Kral ve Kraliçeyi Korusun’ adlı marştır. 19. ve 20. yüzyıldan itibaren de Avrupa ülkelerinin pek çoğunda milli marşlar ve besteleri kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde milli marş dediğimiz zaman genellikle mehter düşünülüyor ama mehter ordunun bünyesinde kurulan marştır. 1299 yılından itibaren marş kavramı vardır ama bugünkü gibi tüm ulusa mal edilmiş şekilde değil daha çok yenileşme dönemi olarak ifade ettiğimiz 18. yüzyıldan itibaren Yeniçeri Ocağının kaldırılması, II. Mahmut döneminde ordu ve bandonun yeniden düzenlenmesi dönemiyle şekillenmeye başlayacaktır. Bu dönemde devrin padişahı adına bestelenmiş marşlar var. Bunların ilki, II. Mahmut’a bestelenecektir ve Mahmudiye Marşıdır. Tanzimat Döneminde ise Mecidiye Marşı bestelenmiştir.”

İstiklal Marşı’nın, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan bir yarışma sonucunda yazıldığını söyleyen Aydın, Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nı yazma sürecini anlatarak şunları kaydetti:

“Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Hâkimiyeti Milliye gazetesinde milli marş için bir yarışma açılır. Bu yarışmada kazanacak şaire ödül verilmesi kararlaştırılmıştır. Mehmet Akif o sıralarda Kastamonu’dadır. Bu ödülü duyunca kişisel özellikleri bakımından düşündüğümüzde bu yarışmaya katılmasının söz konusu olmadığını görüyoruz. Daha sonra Ankara’ya gelecektir. Yakın arkadaşı olan Hasan Basri Bey ile yaptığı görüşmelerde neden milli marş konusunda yarışmaya katılmadığı söylendiğinde ‘ben bu yaştan sonra ne yarışmaya katılırım ne de ödül alırım’ diyecektir. Fakat Mehmet Akif’in romanından dolayı bu şiiri yazması için dönemin pek çok milletvekili ve yönetici kadrosunun hemfikir olduğunu görüyoruz. Hasan Basri Bey, Mecliste Hamdullah Suphi Bey ile karşılaşır. Hamdullah Suphi Bey ‘500 tane şiir gördüm fakat hiçbirini beğenmedim acaba Akif bu şiiri yazar mı?’  diye sorduğunda Hasan Basri Bey de ‘hem yarışma olması hem de ödül olmasından dolayı’ yazmayı düşünmediğini söyler. Bir süre sonra ikna edilen Mehmet Akif, Kastamonu’dan Ankara’ya gelir ve Taceddin Dergâhında ikamet etmeye başlar. Bu dergâh, sadece bir ikametgâh değildir; aynı zamanda Akif için edebi fikirlerin tartışıldığı, tasavvufi, kültürel ve sanatsal konuşmalar yaptığı bir eğitim yuvası niteliğindedir. Akif, İstiklal Marşını burada yazacaktır. Yazarken de dünya ile bağını kesmiştir. Taceddin Dergâhında bulunan Konya Milletvekili Hafız Bekir Efendi, Mehmet Akif’in İstiklal Marşını yazım sürecinden bir kesiti şu şekilde anlatır: ‘Üstat bir gece aniden uyanır. Kâğıt arar. Bulamayınca kalem alır. Yatağının yanındaki duvara ‘Ben ezelden beri hür yaşarım’ mısrası ile başlayan dörtlüğünü yazar. Tacedddin Dergâhının camından baktığı bir anda da baharın geldiği, otların yeni yeni yeşermeye başladığı zamanda da ‘Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda’ ile başlayan dörtlüğünü yazdığı söz edilir.”

Konferans, soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.