Hasan Ali Toptaş’ın “Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız” adlı söyleşi kitabından: 

Benim kesinlik kavramına mesafeli baktığım doğru. Griyi seviyorum ben; gri alanları, gri kelimeleri, gir metinleri seviyorum. Sonuçta, beyaz da, siyah da ölümden başka bir şey değil benim için; canlılık gride, ölüymüş gibi gözüken gride. Gri hem beyazdır hem de değildir çünkü; hem siyahtır hem de değildir. 

Bu sözler Angelopoulos filmlerinin atmosferini hatırlatır. Çıplak manzaralar, karanlık gökler, yağmurlu, bulutlu havalar. Angelopoulos hava iyileştiği zaman çekimi durdurur ve bahara kadar bitirme imkanı yoksa filmini kışa bırakır. Gride; sınırlar, sürgünler, yolculuklar, arayışlar, yabancılıklar, akıp giden zaman vardır. İnsan arada bir yerdedir hep, araftadır, gridedir.  

“Akşamüstü gökyüzü yağmur yağacakmış gibi karardı. Gökyüzünü böyle gördüğüm zamanlar içim mutlulukla doluyor, nedendir bilmem” diyor Angelopoulos 17 haziran 2000’de. 

Feyza Şule Güngör “Sinemada Felsefe” adlı kitabında Angelopoulos’un şu sözlerini aktarır: İnsanların sözlerinden çok endişe duyuyorum. Her şeyi açık açık söylüyorlar: Bu köpektir ve şu evdir. Ve başlangıç buradadır ve bitiş orada kavramları, alaylı oyunları da beni endişelendiriyor. Ne olduğunu, ne olacağını, her şeyi biliyorlar; hiçbir dağ artık onlar için harika değil; bahçeleri, çiftlikleri Tanrı’ya daha yakın.

Tarkovski, Angelopulos ve Bela Tarr, sevdiğim üç yönetmene ve Nietzsche’ye ithaf… ve griye, arafa…  

Gri

Yıkık, dökük duvarlar, ıslak tahtalarla bir eski ev

Durup Tarkovski’yi çağırır… 

Zamanın mührü, tutunur bulutta yağmura

Düşer zamanın tozları

Angelopulos’un üzerine… 

Gri kelimeler giyinir kasabada bir yazar,

Karların rüzgarında Bela Tarr,

Atını sürer Torino’ya, 

Nietzsche’ye deliliği bahşederek…