Geçen hafta yazımda kısaca GETAT’tan söz etmiş ve geleneksel ve tamamlayıcı tıp adı altında geçen tüm uygulamalardan sırayla söz edeceğimi yazmıştım. Bu konuda gelen sorular daha çok kupa/hacamat tedavisi konusunda olduğu için ilk olarak onu anlatmak istiyordum. Ama hayatta bazen öyle şeyler oluyor ki planlara uyulamayabiliyor.

25 yıllık meslek hayatımda çok çeşitli yer ve görevlerde çalıştım. Çoğunlukla da hastanelerde çalıştım. Hastaneler insanların çok mutlu olduğu yerler değildir. Kim hastalıktan, acıdan, ölümden mutluluk duyabilir ki? Tüm doktorlar, yardımcı sağlık personelleri ve hastanede çalışan tüm personelin tek bir amacı vardır, hastaneye bir sebeple gelen hastanın sağlığına kavuşması, hasta ve hasta yakınlarının yüzünün gülmesi. Bizler, sağlık çalışanları her bir hastayı anamız, babamız, evladımız gibi görürüz.  O uzun nöbetler, poliklinikler önünde uzayıp giden uzun kuyruklar, bir an önce tüm sorunları çözülsün isteyen hasta ve hasta yakınlarının sabırsız, sinirli ve zaman zaman taşkın tavırları bizi üzer, yıpratır.  Severek yaptığımız mesleğimizden bıkmamıza vazgeçmemize neden olur bazen. Ama yine de her kötü olayın ardından kendimize gelir, işimize devam ederiz. Hastalar muayene olur. Kanları alınır. Laboratuvarlar, röntgenler, ameliyathaneler, acil servisler, doğum salonları 24 saat çalışır. 24 saat, her hasta sağlığına kavuşsun diye çalışır tüm hastane personeli, kusmuktan iğrenmeden, tükürükten, öksürükten, idrardan ve kandan.

Belli bir düzeni, sırası, formülü vardır yapılacak işlerin. Tüm bunları yaparken biz de ağlarız ölümlere. Sonra hep üzülmek, ağlamak, yapılacak bir şey daha olsaydı keşke diye kahrolmak zamanla her acıyı kabule götürür bizi. Sakince işimizi yaparız.

Karşımıza gelen hastanın bir gülümsemesi arkadaşımızı hatırlatır, “Yavrum” demesi annemizi. Her bir hastamız ile bir gönül bağı kurarız.

Bazen bizlerin de sorunları olur. Hastalıklarımız, cenazelerimiz, özlemlerimiz, kederlerimiz olur. Bizler, sağlık personelleri de insanızdır. Eşlerimizle tartışır, çocuklarımız için endişeleniriz.

Geçtiğimiz hafta İzmir’den beni ziyarete gelen anne ve babamın sağlık sorunlarını çözmeye çalıştık. Çeşitli polikliniklerde muayeneleri ve tetkikler sonucu annem 2 gün yatarak tedavi aldı. Babam ise bir operasyon geçirdi. Ben de hem onları sıkça kontrol ediyor hem de hastanedeki görevimi aksatmamaya çalışıyordum. Öğle arasında sırayla annemi ve babamı görmüş aşağı doğru inerken bir ay önce ağır bir hastalık geçiren çalışma arkadaşımızın ambulans ile acile getirildiğini, durumunun ağır duydum. Uzun yıllar acillerde çalışmış olmanın refleksi ile acile koştum. Hastanın annesi dışarda oğlundan gelecek iyi bir haberi bekliyordu. İçerde kardeşi ağlıyordu çaresiz. Müdahale odasına girdim.  İnanın o süreç filmlerde dizilerde olduğu gibi kolay değildir. 5 dakikalık bir müdahale değildir yapılan. Yaklaşık 1 saat kalp masajı yapılır hasta dönsün diye. Ölmesin diye. Kalp masajı da zorlu bir iştir.  Ancak 2-3 dakika dayanırsınız, yorulursunuz. Böyle zamanlarda tüm ekip her işi bırakıp hastayı canlandırmaya koşar canla başla. 2-3 dakikada bir yer değişerek kalp masajı devam eder.

Yine aynı şey olmuştu. Tüm ekip orada sıra ile kalp masajı yapıyordu. Arka arkaya damardan verilen ilaçlar,  cihaz ile verilen solunum desteği ve kalp masajı. O kalabalıkta düzen bozan hiçbir şey olmaz. Ve yine aynıydı…

Tek bir fark vardı. Müdahale masasında yatan kişitanıdığımız birisiydi, çalışma arkadaşımızdı. Ölüm bize işte bu kadar yakındı…

Kalp masajı yapan her bir arkadaşımın gözlerinden akan yaşa şahit oldum. Üzüntülerine. Bilemezsiniz ne zordur gözlerden yaş süzülürken sabırla sayarak, bir göz monitörde, bir göz hastadan gelecek ufacık bir harekette işleme devam etmek. Hepimiz içimizden dualar ettik. Ama olmadı…

Dışarda ağlayan bizimde kardeşimizdi. “Oğlum servise çıkar şimdi” diye eşyalarını hazırlayan anne, bizim de annemizdi.

Ve bir süre sonra herkes işinin başına gitti. Başka hastalara baktık. İlaç yazdık. Kanlarını aldık. Tedavilerini düzenledik. Çok bekledikleri için homurdananlar oldu. Yüzümüz gülmediği için şikâyetçi olan. Hatta bağırıp tehdit eden… Hakaret eden… Hep olurdu bu...

Bizlerin de duygulara, acılara, kedere, korkulara, umutsuzluklara sahip olabileceğimizi düşünmeden, beklemekten sıkıldıkları için bağıran, istedikleri ilaç yazılmadığı, istedikleri gibi rapor verilmediği için şikayet eden, her yerde sıralarını sabırla beklerken hastaneye geldiklerinde beklemek istemeyen hastalar, hasta yakınları…

Ve bizlerin duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışan hastalar ve hasta yakınları da vardır şükür.   Gülümseyerek gelen. Sıcak bir selamı esirgemeyen. Hekim olarak aldığımız eğitim gereği tedaviyi düzenleme,  ilaçları uygun durumlarda kullanma, gereksiz rapor yazmama gibi sorumluluklarımız olduğunu bilen, işimizi bize bırakan hastalarımız.

Ve gözümüzdeki hüznü görüp sessizce soran ve teselli etmeye çalışan hastalarımız…

İşte tüm bunları düşündüğüm için bu hafta yazı planımı bozdum. Her bir okurumun bize destek vereceğine inanıyorum. Bizler sağlık çalışanlarıyız. Gerçekten ağır şartlarda çalışıyoruz. Sizlerin sabrı ve güler yüzü de bizim ödülümüz oluyor.

Sağlıklı ve mutlu günlerde buluşmak üzere…