Değerli Dostlar,

Sizlere bu hafta “Futbolun Başkenti” olarak anılan (The Capital of Soccer) İngiltere’nin göz bebeklerinden biri MANCHESTER şehrini dilim döndüğünce anlatmaya, kalemim yettiğince yazmaya çalışacağım. Aslında bu şehri yazma planım daha ileri bir tarihteydi lâkin “Futbolun Kumandanı” (Commandante) Christiano Ronaldo‘nun doğduğu yere (yıldız olduğu ) tekrar dönmesi, hem dünyada hem ülkemizde büyük yankı uyandırdığı için yazımı öne aldım. Çünkü birçok gazete, dergi ve sosyal medya gündeminde şu an Manchester konuşuluyor ve biz de kıyıdan köşeden dokunalım, dedik.

Aslında internet aramasına yazılınca şehrin “nickname”i ManchVegas çıkabiliyormuş. Oradan görevden döndükten sonra bir arkadaşım uyarmıştı beni bu konuda. Demek ki şehrin bilmediğim bir yönü varmış ki şehir, İngiltere’nin Las Vegas’ı olarak anılıyor. Şehir illegal kumar oynatılan bir kısma da sahipmiş. Çok şükür, şahit olmadık.

Ülkenin kuzeybatısında konumlanan şehir, klasik bir Nothern England (Kuzey İngiltere) şehri görüntüsü veriyor. Nedir bu kuzeylilerin özellikleri, diye sorarsanız işte cevabım şu: Kuzeyliler bir kere orijinal Britishlere göre çok daha neşeli ve sıcaktırlar. Yüzleri daha kırmızdır ve içki biraz daha fazla içildiği için daha kiloludurlar. Bu özellikleri bence İskoçya’ya yakın olmalarından kaynaklanıyor çünkü gördüğüm bütün İskoçlarda benzer özellikler vardı. Aksanlar çok farklıdır. İlk defa Oxford şehrinde       (2010 yılında) kampüste grup lideri olarak görev yaptığım zaman tanıdım bir kuzeyliyi. Kendisi 24 yaşında Stefany isminde bir bayandı. Söylediklerini not almaya çalıştığım zaman kendi İngilizcemden şüphelendiğim zamanlar bile olmuştu. Örneğin “Sunday” (pazar) okunuşu “sandey”ken onlar “sunday” diye yani yazıldığı gibi telaffuz ediyorlardı veya bus (otobüs) bas diye telaffuz edilmesi gerekirken “bus” diyordu. Çok neşeli ve sıcakkanlı bir yöneticiydi, İngiliz standartlarına göre. Belirli bir müddet sonra aksanlarına da alıştım ve çok keyifli çalıştık. 

Nasıl Gidilir?

Ülkemizden sadece İstanbul’dan yaklaşık 3,5 saat süren bir uçuşla ulaşabiliriz Manchester’a. Yaz aylarında Corendon Airlines ile de charter uçuşlar oluyor ama Dalaman veya Bodrum’a iniyor. Birçok Manchester yerlisinin Aydın’ın Didim ilçesinde konutları olduğunu ve yazları orada geçirdiklerini biliyorum. İşte bu aylardaki yoğun talep, farklı havaalanlarına da uçuşların olmasını sağlıyor. Uçaktan indikten sonra ise her şey o kadar kolay ki... İngiltere’nin en güzel yanı olan ulaşım kolaylığı sizi bu şehirde de karşılayacak.

Ne Yenir, Nerede Kalınır?

Daha önceki Londra yazımdan hatırlarsanız, ülke olarak mutfak konusunda çok zayıflar, demiştim. Yemek kültürü diye bir şey yok. Varsa yoksa fish and chips (balık ve patates kızartması). Hem bu şehirdeki hem ülkedeki mutfak kültürü Türk, Çin ve İtalyan mutfağından oluşuyor. Bir tbt, Londra’nın en nezih en güzel lokantası Afyonlu bir hemşehrimiz tarafından işletilen Flames’ Restauranttır. Size Manchester’da tavsiye edebileceğim tek yeri biz de Trip Advisor sayesinde bulduk ve buradan memnun kalmadık dersek yalan olur. Bu mekânın adı “Aunty Ji’s”.  Burada Hint-Pakistan kültürüne ait bir menü var ve bir Pakistan yemeği olan rezene sos ve ceviz ile servis edilen ızgara tavuk güzeldi. Aynı mantıkla pişirilen kuzu da var ve tercih de ediliyor. 

Kalınacak yere gelince… Manchester’da toplam dört bölgede kalınır ama tavsiyem, bütçeyi biraz zorlayıp şehir merkezinde kalınmasıdır. Çünkü şehrin diğer kısımları sakinlikte son noktadadır. Bunda da Double Tree ve Holiday Inn konum ve hijyen itibari ile sizi ziyadesiyle memnun edecektir.  

Nereler Gezilir, Ne Yapılır?

Manchester’ı tam anlamıyla gezmek için toplamda üç gün yeterli olacaktır. Çok büyük bir şehir değildir ama yapacak çok şey var. Bir kere dâhiyane İngiliz ticaret zihniyeti, ülkenin tüm kısmını bir şekilde turizme uygun ve cazip hale getirmiştir. Manchester da bunlardan biridir. Meşhur British Weather (sürekli kapalı ve yağmurlu hava durumu ) bu şehrin bir parçasıdır. 

Şehrin en güzel yanı, çoğu yere ücretsiz girilmesidir. Başka bir güzel yanı ise merkez tren istasyonundan caddeye çıktığınız zaman, yaklaşık 30 kişilik bir otobüs var (tek katlı); durakta bekliyor ve 15 dakikada bir 40 dakika süren bir şehir turu attırıyor ziyaretçilere.

Göz alıcı Gotik mimarinin hâkim olduğu şehirde, Sanat Galerisi, Manchester Müzesi, John Rylands Kütüphanesi, Bilim ve Endüstri Müzesi ve Manchester Katedrali gezilecek görülecek yerlerin başında gelir. Heaton Park, Avrupa’nın en büyük yüz ölçümlü parkıdır ve yeşilin her tonu harika bir şekilde karşınıza çıkar. Ama bunlar bir yana mutlaka gidilmesi gereken yer, Victoria döneminin şaşaasını temsil eden ve Roma Kalesi boyunca uzanan Castlefield’dır. Hemen yanında süzülen kanalda da bir bot turu yapılabilir.

Sözün Özü

Sevgili Kardeşim, 

Hem vallahi hem billahi bu şehri veya bu ülkeyi gezmek çok keyifli, çok değerli fakat sterlin dayanmış 12 TL’ye, bilmem devamı nasıl olacak? Adamlar 500 bin nüfuslu şehirden iki tane futbol takımı çıkarmışlar, ikisinin toplam değeri 10 milyar dolara dayanmış; daha irili ufaklı küçük kulüpler de var ki neredeyse bizim Süper Lig’e eş değer. Yıllar önce Old Trafford isimli meşhur statta bunların uzun yenilmezlik unvanlarına son vermiştik Galatasaray ile. Şu an Türk futbolu hem batakları oynuyor hem de gerçekten çok keyifsiz. Doğru düzgün gelir, sponsor yok; Milli Takımlar prim aracı olmuş falan. Adamlar resmen ders veriyorlar. Önce şirketleşip bir kaynak yarattılar, sonra o kaynakları bu takımlar ile gelir artışına döndürdüler. Bizde olay tersten başlıyor. Önce gelir kaynağı yapılmaya çalışılıyor, sonra bir şeyler artarsa kulübe harcanıyor. Yeni spor yasası ile bunun önüne geçilir, diye düşünüyorum çünkü kulüp yöneticileri artık borçtan direkt sorumlu olabilecek. İnşallah ömrümüz, Afjet Afyonspor’u bir gün süper ligde görmeye yeter.

Dünyadan

Bu kısmı bu haftalığına koydum ama ilerde de devam etmek isterim kalemimiz yeterse. Değerli dostlar, 2015 yılında New York Long Island Universityde kısa bir görev icra etmiş ve o günlerde değerli Konsolos Kadri Eroğlu dostum ile New York Türkiye Büyükelçiliğinde görüşmüş ve 20 Eylül itibari ile açılan “Türk Evi”nin hikâyesini kendisinden dinlemiştim.  Birleşmiş Milletler binasının tam karşısında konumlanan evimiz, 36 katlı çok modern bir bina görüntüsü veriyor. BM’ye de girip çıkanların tam gözüne şanlı bayrağımız takılacak. Rahmetlik Süleyman Demirel zamanında planlanan bu Türk Evi, 1977’de arsası satın alınarak hizmete sokulmaya çalışıldı ama Amerika’daki lobi buna bir türlü müsaade etmemiş ve önüne hep engeller koymuştur. Yaklaşık maliyet de ulusal medyada gördüğüm kadarıyla 250 milyon dolar civarında olmuştur ama şu anki hali 1,5 milyar değerindedir. Bu sadece bir bina değil, özellikle Ermeni lobisine karşı kazanılmış ciddi bir zaferdir.

Gel Gelelim Afyon’umuza,

Bu hafta sizlere yeni bir mekânı tanıtmaya çalışacağım. Mekân yeni ama sahibi hepimizin bildiği bir girişimci, Şef Süleyman Kayacan. Kendisini “Et-Raf”tan, No03’ten ve Afsü’den hatırlarsınız. Nereye el atsa iyileştirmiştir Süleyman Şef. Şimdi ise iş hayatına, doksana attığı bir golle devam ediyor. Bu mekânın adı Chef Sloo. Uydukent’te Şahin Sitesi ve Larissa önündeki asfalttan devam ettiğiniz takdirde sizi tam önüne götürecektir. Bu hafta hep yanımda götürdüğüm, fikir aldığım, “bağımsız boğaz” AKÜ Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Dr. Mehmet Hatipoğlu hocamdı. Özellikle belirtmek isterim ki kendisi Afyon için çok büyük bir şanstır. Neyse konumuza dönersek… Adana kebap, fıstıklı kebap, tavuk şiş, fırın tandır, beyti sarma, kuzu sırtı ve kuzu şiş menüden denediğimiz yemek ve ızgaralardı. Masaya oturur oturmaz starter tabakları geliyor önünüze. Bunlar da ezme, yoğurtlu sarımsaklı dereotu, çiğ köfte, tereyağı, tulum peyniri ve turşu tabağı şeklindedir. Gerçekten bu başlangıçların hepsi çok lezzetliydi, öyle baştan savma değildi. Ana yemeklerin hepsi şahaneydi ama fıstıklı kebap resmen efsaneydi. Kuzu sırtı da tek kelime ile kusursuzdu. Şişler kıvamında pişmiş, suyu içinde kalmıştı. Tek anlamadığımız beyti sarmanın üstündeki hamur hiç kızarmamış ve sos da yoktu. Orda bir şef vardı, yanlış hatırlamıyorsam Hüseyin Şef, çağırdık sorduk: “Neden böyle?” diye, o da izah etti: “Bu beyti sarma, sizin tarif ettiğiniz fırın beyti.” dedi. O an anladık ki biz yanlış sipariş vermişiz. Tatlıları gözünüz kapalı seçin, hepsi de oranın mamulü ve Katmerci Ali Usta’nın elinden çıkıyor. Katmeri de mutlaka deneyin, derim. 

Son olarak, kendim tatmadım ama damak lezzetine güvendiğim arkadaşlarım kahvaltıya gitmişler ve onlar da ziyadesiyle memnun kalmışlar. Fiyatlar ortalama sınırında. Tek dileğim, kalitenin bu seviyede kalması. Kendilerine başarılar dilerim.

Bu haftalık da bu kadar dostlar. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere; hoşça kalın, sevgiyle kalın.