“Lider, şartların yarattığı ortamda başkalarının göremediğini gören,

başkalarının yapamadığını gerçekleştiren kişidir”. Suna Kıraç

Eğitim veya eğitim gönüllüsü olmak, bu işe olan karşılıksız sadakati, iyiliği, paylaşımcılığı ve sevgiyi gerektirir. Eğitimin taraflarına baktığımızda eğitimciler ve öğrenciler anahtar oyuncular olmakla birlikte bu süreci aileler, okul idarecileri, bürokratik yapı, siyasi karar vericiler ve toplum da etkilemektedir. Eğitim öncelikle bir hayal işidir. Bu hayal hem sistemsel hem de bireysel olarak gelişir ve çeşitlenir. Özellikle iyi bir eğitimcinin hayalci olması ve hayallerini öğrencileriyle paylaşması gerekir. Öğrenciler, sistem için de en önemli yere sahip oyuncular olup, varlık nedenlerini iyi idrak edebilmelidirler. Bunun için de öğrenciler, aşırı kural ve yönetmeliklere maruz bırakılmamalı, çocukluklarını ve öğrenciliklerini daha iyi hatırlayabilecekleri tarzda uygulamalarla mevcut müfredat bütünleştirilmelidir. Çünkü ait oldukları toplumun geleceği onlardır ve bugünkü eğitim süreçlerini çok iyi geçirmek zorundadırlar. Eğitim süreci içerisinde okul idarecilerinin ve bürokrasinin yeri ise, ben yaptım oldu mantığından ziyade, eğitimcilerin ve öğrencilerin maruz kalabilecekleri eğitim engellerini kaldırılmak ve onların hayal dünyalarına katkı yapmak olmalıdır. Bu noktada öğretmenlerin talepleri çok dikkatle irdelenmeli ve incelenmeli, kaygıya yer bırakmadan gerçekleştirilebilmelidir. 

Eğitimdeki model arayışlarını her zaman gereksiz ve yersiz bulurum. Çünkü eğitimin süreci ve içeriği çok nettir. Bunu karmaşıklaştırmanın ya da başka yerlerden transfer etmenin anlamlı bir yanı olmayacaktır. Çünkü eğitim, o toplumla ilgilidir ve ilgili toplum, kendi eğitim modelini kurabilecek kapasiteye sahip olmalıdır. Buna karşın, ben kendi eğitim sistemimi kuracağım çabasıyla yap-boz uygulamalar ve karmaşık sistemlerle eğitim yapısı, deneme-yanılma tahtasına da dönüştürülmemelidir. Gerçekte eğitimin kalitesi, eğitimcinin niteliği ile çok yakın ilişkilidir. Bunun yanında eğitim modelinin araştırmaya odaklılığı, öğrencinin kendini gerçekleştirebileceği eğitim mantığı uygulamaları sistem kalitesini bütünleştirir. Eğitimli bir toplum, belli bir kesimin değil, tüm ülkeye yayılmış eşit ve ulaşılabilir bilginin paylaşımıyla sağlanabilir. Herkesin doktor ya da öğretmen olduğu bir dünya emin olun, hiç de yaşanabilir bir yer olmayacaktır. Özellikle siyasi otorite ya da tepe bürokrasi, eğitim sürecinde bir saatin planlamasını bile iyi yapabilmeli ve katılımcılığı etkin kılmaya çalışmalıdır. Yoksa ben yaptım oldu mantığı, eğitim sitemimize “bir ileri bir geri vites” attırmak dışında her hangi bir katkı yapmayacaktır. 

Bugünkü konumuz olan “eğitim gönüllülüğü” sevgiye dayalıdır. Eğitim sisteminde sevgi, hem öğretmen hem öğrenci hem de sistem içerisindeki diğer oyuncular için olmazsa olmazlardandır. “Sevgi olmadan hiçbir şey olmaz” sloganı, lafta değil anlayışta ve uygulamada yerleştirilebilmelidir. Günümüzde “eğitim, devlette mi ya da özel sektör de mi daha başarılıdır? sorusu, aslında yıllardır sorgulanmakta ve değerlendirilmektedir. Eğitim ilkelerinizi oluşturduğunuzda, kamu ve özel sektör farklılığı kalmayacağı gibi, kamunun eğitim sistemindeki yeri ve önemini çok daha iyi anlaşılabilecektir. Sınav sisteminin olduğu ve öğrencinin tüm geleceğinin 2 saatlik bir sınav sonucuna dayalı olduğu bir eğitim sistemde, sevginin yerini mantık, eğitim felsefesinin yerini puan kaygısı almaktadır. Bu sistemde öğrenciye bir şeyin anlamı sorulduğunda “şıkları alabilir miyim” cevabı ile karşılaşırsınız. Çünkü öğrencinin yorum gücünü yok ettiğiniz gibi, tercihlerinde de karmaşaya neden olursunuz. Öğrenci için başarı, para kazanmak, değişik markalarla çevresini oluşturmak ve sosyal medya beğenisinden geçmektedir. Peki, diyebilirsiniz ki hocam bu sistem nasıl revize edilecektir. Eğitimcilerimizin başarı katsayıları, KPSS alan bilgisi ortalamalarına göre zayıf; öğrencilerin başarı ortalamaları da hem LGS ve hem de TYT-AYT ortalamaları açısından çok gerilerdedir. Bana göre yeni eğitime geçiş modelinde, eğitim sistemimizde başarı için “öğretici öğrenci” odaklı bir gönüllülük sistemi oluşturmalıyız. Öğretici öğrenciler, gönüllü çalışan ve kendisinden önceki sınıflara konuları anlatmakla ya da rehberlikle yapmak ile ilgili öğrencilerden oluşturulmalıdır. Onlarla öğrencilerimize ulaşmak, onları anlamak ve ihtiyaçlarına göre bir eğitim planı oluşturmak çok daha etkin olacaktır. Peki böyle bir örgütlenme nasıl yapılabilir? Böyle bir yapılanma, şehir merkezlerinde oluşturulacak yaşam alanları ya da eğitim merkezleri ile başarılabilir. Bu alanlarda eğitim dökümanlarına ulaşım ücretsiz olmalı, akıllı telefon gibi teknolojik aletlerin kullanımı yasak ve doğrudan fizik etkileşimle eğitim araçlarına ulaşılabilmelidir. İçinde bulunduğumuz Pandemi sürecinde, Afyonkarahisar ilimiz ve ilçelerimizde birçok başarılı öğrenci, kendi üniversitelerine gidemediği için evlerinde vakitlerini geçiriyor. Hâlbuki onların enerjilerini, tecrübelerini ve bilgilerini hali hazırdaki öğrencilerimizle buluşturabilmeliydik. Ya da onlarla bir şekilde diyalog kurarak, süreçler ve gelecek konusunda fikirlerini alabilmeliydik. Böylece onlara sorumluluklar yükleyerek, geleceği ve bugünü sorgulatabilir ve onları kazanmak istediğimizi ve de onlara ülkenin her zaman ihtiyacı olduğunu kavratabilirdik. Unutmayalım ki, gençliğe odaklanmak yerine onları yok sayarsak, emin olun gün gelir onlarda bizleri yok sayarlar.

KİTAP TAVSİYESİ

Bu hafta sizlere Türkiye’nin öncü ve sanayici ailelerinden Suna Kıraç’ın “Ömrümden Uzun İdeallerim Var!” kitabını tavsiye edeceğim. Uzun süre almak için beklediğim, bir ara baskısı tükendiği için alamadığım ve bir türlü okuma önceliklerime girmeyen bir kitaptı. Geldiğinde ise 48 saat içinde okumasını tamamladığım, bir romandan ziyade yaşamları ve süreçleri gördüğüm. Sonrasını merak ettiğim, yazarın tecrübelerinden fazlasıyla haz duyduğum bir kitap gördüm. Hatta bu haftaki yazımın ana başlığına bile etki edebilen bir kitap. Bize insan olduğumuzu hatırlatan, yaşamın kader çizgisinin bizleri nerelere götürebileceğini anlayabileceğimiz ve eğitim gönüllüğü kapsamındaki aktiviteleri fazlasıyla hissedebileceğimiz bir kitap. Bilhassa kurum içi eleştirel mektuplardan etkilenmemek ve müzecilik açısından ülkemize yapılan katkıları görmemek mümkün değil. Koç Üniversitesinin kuruluş süreci ve bugünkü konumunu düşündüğümüzde, doğru adımların atılmasının bir kurumu nereye getirebileceğini görebilmek açısından çok önemli diye düşünüyorum. Aksi takdirde aynı tarihte kurulan birçok yerin günübirlik ve liyakatsiz kadrolarla ne hale gelebildiği de bugün çok daha iyi anlaşılabiliyor. İlave olarak Vehbi Koç’u, İnan Kıraç’ı, Yılmaz Büyükerşen’i daha iyi tanıyabileceğiniz; yönetici adayı ya da bir aile şirketinin parçası aday adaylarının mutlaka okumaları gereken, yaşamı, tecrübeleri ve eğitimi sorgulayabileceğiniz ve de sorumluluk alabilen insanlarımıza sahip çıkmamız gerektiğini gösteren bir eser… Kitaptan önemli satır başları:

“İtibar 30 yılda kazanılır, bir gecede kaybedilebilir”

“Memleketim varsa biz varız.”

“Ülkemizin tüm sorunlarının altında yatan gerçek, EĞİTİM EKSİKLİĞİDİR.”

“Eleştirenlerden değil, eleştirilenlerden olmak arzusundayım.”

“Ekonomik zorluklar aşılır, siyasi krizler çözümlenir. Ancak, çocukları harcanmış bir toplumu yeniden onarmak mümkün değildir.”