Sevgili Dostlar,

Kalemi elime alıp önce bir başlık yazayım dediğimde, en az yirmi dakika takılı kaldım, hiç bir şey yazamadım, anılara daldım gittim, nerden başlayacağımı bilemedim .

Sonunda yukardaki başlığı attım. "Doğunun Medeniyeti". Neden böyle bir başlık diye soru işaretleri vardır eminim siz değerli okuyucularda. Şimdi müsaadenizle anlatayım;

Ulu Önder Atatürk cumhuriyeti ilan ettikten sonra, ülkenin yönünü başta yasalar olmak üzere batıya çevirdiğinde çok halis hayalleri vardı ki en başta da tabiki muassır medeniyetler seviyesine yükselmek. Lakin kendisinden sonra ülke yönetimi veya yetki kurumlarını ellerine geçirenler, batıdan medeniyet almak yerine kültür ithalatına soyundular. Batılılara çok benzedik, ama işlerimizle değil, yaşayış tarzlarımızla.

Yinede necip milletimiz bu anlamsız kültür yozlaşmasına , gerekli direnci gösterdi . Bizim hâlâ yaşlılarımız, beli boynu bükülmüş analarımız babalarımız baş tacımızdır ( huzur evi doluluğu, nüfusa oranla dünyada en iyi durumdayız ), hâlâ bizde komşunun derdiyle dertlenilir, bizde hâlâ fakir, fukara, miskin gözetlenir, evlat yetiştirirken "vatanına milletine hayrı olsun" diye dua edilir, misafir hoşlanır, ikram edilir , hüsnüzan edilir...

Defalarca gittiğim yurtdışı görevlerimde Batı hayranlığımın çöküşü, çok takdir ettiğim, saygı duyduğum Norveçli bir meslektaşımın , yeni bir telefon alırken , bir eskisini oğluna sattığını, bu yüzden de , az bir para vererek bu yeni telefonu aldığını gururla anlatmasıyla başladı. Yanlış okumadınız. Kendi öz oğluna ( 17 yaşında) eski telefonunu satıyor, üstüne para katıp yenisini alıyor , bunu da gururla anlatıyor bize . Bir Alman arkadaşımın karşısındaki İsveçli bir arkadaşımıza , oğlunun 18’e girip bir an önce evden gitmesini dört gözle beklediğini söylediğine şahit oldu bu kulaklar. Emekli olan, okul müdürü Danimarkalı bir arkadaşımın ( 3 çocuk babası ) kanser hastası olduğunu öğrendiğinde “bana kimse bakmaz, deyip huzurevi aradığına şahit oldu bu gözler ve daha neler neler...

Gel gelelim Afyon’umuza,

Evet sevgili dostlar. Bu köşemizde gezi, gözlem ve gastronomi yayınlarımıza, canım ülkemden kıyas ve örneklerle süs katacağız. Medeniyet doğu da mı batı da mı beraber irdeleyeceğiz. Prag’ın geyik eti mi, Afyon’un bütüm eti mi, Karlovy Vary termali mi Afyon’un termali mi, Bükreş’in Old Town mı Afyon’un Çavuşbaşı mı gibi gibi yüzlerce karşılaştırma sunacağım siz değerli okurlarıma. Şöyle bir baktığım zaman dünyanın yarısından fazlasını dolaşmışım yurt dışı görevleri sayesinde. Gururla belirtmek istediğim bişey de Afyon’umuzdan 300 çocuk götürdüm yurtdışına, yeni ufukları, farklı bakış açıları olsun diye.

Mutfak

Maalesef İtalyan ve Çin mutfakları dünyanın dört bir yanını domine etmiş durumda. Canım ülkemin güzel mutfağı, hijyenin sıfırın altında olduğu dönercilerin temsiliyle, yarışın ortalarında yer alıyor. Tabi istisnaları var, onları da paylaşacağım sizlerle. Hatta Londra’da restoranlar zinciri olan Afyonlu bir hemşerimizi konuşacağız, ilerki yazılarımızda.Afyonkarahisar mutfağının UNESCO ‘da Gastronomisi Şehri olarak ilan edilmesinin ( Türkiye’de 3 dünyada 36 adet var ) başarı hikayesini ve buna daha ne katılabilir onu konuşacağız. Bu güzide şehrimizin güzide restoranlarını ziyaret edip, sizler için test edeceğim ve değerlendirmelerimi paylaşacağım. Yurtiçi veya yurtdışı, nerde kaldım, nasıl gezdim, nelere şahit oldum, nelerden ders aldım, kimlere ders verdim, bunları konuşacağız. Dilimiz döndüğünce , kalemimiz yettiğince antacağız, yazacağız , siz değerli okurların istifade ve beğenilerine sunacağız. Bir çocukluk arkadaşım dedi ki, çok yenilerde , “ Herkes yazmalı, ne mutlu yazana” Evet bize de nasip oldu işte. Ne güzelmiş yazmak. Hoşçakalın, sağlıklı kalın.