Sevgili Dostlar, 

Bu hafta size Güney Fransa’dan bir şehir yazacağım. Avrupa’da çok iyi bilinen ve ziyarette yarışılan ama ülkemizde çok bilinmeyen bir şehir. Bu şehir yaklaşık 150 bin nüfusuyla “ Bahar Şehri” olarak bilinen,  Avrupa’nın en eski şehirlerinden biri olan Nimes’tir. Meşhur tatil beldesi Montpellier’e sürüş mesafesinde olması da şehrin popülerliğini ayrıca artırıyor çünkü deniz tatiline gelen yerli yabancı turistler,  bu müthiş tarih kokan şehre uğramadan dönmezler. Zaten turlar da genellikle bu opsiyonla tatil satıyorlar. Yani Montpellier’de deniz tatili,  Nimes’de kültür tatili. Her şeyi pazarlamayı çok iyi bilen kapitalist Avrupa ticari dehası,  bu fırsatı kaçırmayıp, ortaya şahane bir turizm destinasyonu çıkarmıştır.

Şimdi size neden popüler bir kültürel turistik destinasyon olduğunu dilim döndüğünce kalemim yettiğince anlatmaya çalışacağım. Şehrin kuruluşu 5. yüz yıla dayanır ve bu kuruluş esnasında bir çok Avrupalı kavim şehirde hazır bulunmuştur. Net bir şekilde İtalyan mimarisi şehre hakimdir. Zaten şehrin kuruluşu Roma İmparatorluğuna dayanır. Aynı zamanda boğa güreşlerini de İspanya haricinde izleyebileceğiniz tek şehirdir. Yani Fransa’da bir şehir düşünün,  hem Fransız hem İtalyan hem İspanyol kültürü ile yoğrulmuş. Bu durum haliyle mutfağından,  mimarisinden  hatta düğünlerinden tutun da bir çok alanda şehrin atmosferini etkilemiş.

Nasıl ulaşılır?

Ben yine Lyon’a inip ordan araba kiralamıştım,  hani yolda geze geze gideyim diye ama tabi Lyon’dan her 20 dakikada bir tren seferleri var yaklaşık 2 saat süren. Ayrıca Montpellier’e inip oradan da rahat ulaşılabilir ama bizim ülkemizden Montpellier’e uçuş az olduğu için biraz daha pahalıya mal olabilir. Şehrin kendi havaalanı var. Ama sadece iç hat uçuşlarına açık ve yanlış hatırlamıyorsam sadece Paris seferleri mevcut.

Ne yapılır ?

Kültür tatilini seviyorsanız şehre mutlaka en az 3 gün ayırmanız gerekir. Şehirde mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında, Les Arenas ( Roma’daki arenanın nerdeyse aynısı, 23 bin izleyici kapasiteli,  görsellerde var),  Katedral ( 1096 yılı yapımı Gotik- Romanesk mimari örneği),  La Maison Carree ( M.Ö 1.yy’da yapılmış bir tapınak),  Roma Şehir kapıları,  Temple De Diane ( esrarengiz tapınak),  Castellum ve Tour Magne ( Roma döneminin en yüksek kulesi)  mutlaka görülmeye değer yerlerdir. Müzelerden ise Musee Des Beaux ( Güzel sanatlar Müzesi) ve Musee Archelogique ( Eski bir okuldur ve şimdi Roma eserleri sergilenmektedir) ücretsiz bir şekilde ziyaret edilebilir. Müzeler hariç şehirdeki bütün atraksiyonlar ücretli girişlidir. Ama Paris’te ki gibi çok pahalı da değildir.

Nerde kalınır, Ne yenir?

Ben yine bir görev için gittiğim için kalacak yer de opsiyonumuz olmadı. Bizi 16.yy’dan kalma,  şu anda da sadece toplantılar ve sanat galerileri için kullanılan eski bir manastırda ağırladılar. Ama şehrin yerlileri ile olan konuşmamızdan anladığımız kadarıyla İbis Otelleri ve Novotel’ler çok tercih ediliyormuş.

Şehirde çok şahane restoranlar var. Bunlardan bir tanesi İspanyol Fransız mutfağı örnekleriyle dolu olan L’Estanco bir tanesi de İtalyan Fransız mutfağı ( Akdeniz tarzı ) seçenekleri sunan Gard O Vin. Buralarda hem damak tadımıza hem kültürümüze uygun yiyecekler bulabiliriz.

Gel gelelim Afyon’umuza, 

Mart ayının başında ne mutluyduk ki lokantalar kafeler açılmıştı bizde gastronomi tavsiyelerini yazmaya başlamıştık. Bu korona belası maalesef tekrar paket veya gel al servisine geçmemize sebep oldu. O yüzden müsaadenizle bir müddet daha bu bölümü pas geçelim. Allah nasip eder de tekrar her yeri açarsak,  ki bayramdan sonra gibi görünüyor,  biz de tekrar yazmaya başlarız. Herkese hayırlı ramazanlar dileriz. Afyonluca duayla “ Allah yılına kedersiz eriştirsin”  deyip,  sözlerime son veriyorum. Hoşçakalın,  sağlıkla kalın.