Nacer Khemir’in filmi, yaşlı, kör bir adamın (Bab-Aziz) torunuyla (Isthar) birlikte çölde derviş toplantısını arama yolcuğunu anlatıyor. Bir arayışın, aşkın, buluşmanın, derinliğin, var oluşun ve içsel yolculuğun filmi Bab-Aziz…  Çölün sonsuzluğunda, zamansızca ve sınırsızca dönen bir hikaye.  

Filmin başında sema eden kızıl saçlı bir derviş görülür. Kur’an’dan ayetler okunuyor. Sonra “Dünyadaki ruhlar kadar, Tanrı’ya giden yol vardır” yazısı görülüyor. 

Bab-Aziz ve torunu Ishtar, bir kum fırtınasının içinden çıkarlar ve yola koyulurlar. Çölün kumları arasından doğarlar yaşama. Ishtar, yolculuk boyunca dedesinin yanındadır. Yaşam ve yaşamın/doğanın sonsuz döngüsü; başı ve sonu olmayan bir çemberdir.  Film boyunca da hayatın başı (Ishtar) ve sonu (Bab’Aziz) birliktedir. Evren bir çöl, onlar ise yaşamdır.

Bab-Aziz: İnancı olan kişi asla kaybolmaz küçük meleğim. Barış içinde olan kişi yolunu kaybetmez…. Yürümek yeterli, sadece yürümek. Davet edilenler yolu bulacaktır.  Isthar odun toplar. Bu sırada Bab-Aziz’in yanına bir ceylan gelir ve onu sever. 

Gece ateş yakıyorlar. Isthar: “Konuştuğun zaman daha az üşüyorum” diyor. Dedesi ona hikaye anlatır. Bir ceylan hikayesi. Prens çölde bir ceylan görür ve atı ile onun peşinden gider. At döner çadıra fakat prens yoktur. Halk prensi aramaya çıkar. Bir gün prensi bulurlar. Küçük bir kuyunun önünde dalgın bir şekilde oturuyordur.  

“Görsen sanki sudaki yansıması ile temaşa halinde sanırsın.”

“Belki kendi görüntüsü değildir.”

“Sadece aşık olmayanlar, kendi yansımasını görürler.”

“Peki ne görüyor?”

“Ruhu ile temaşa halinde. Uyandırma. Bu biraz zaman alabilir. 

Ceylan, tasavvufta ilahi aşkı, masumiyeti, inceliği, zarafeti temsil ediyor.

Sabah, yoldan şarkı söyleyerek bir adam gelir. Toplantıya gitmek için yolu sorar.

Bab-Aziz: Herkes yolunu bulmak için en değerli hediyesini kullanır. Senin için, bu sesindir.  Şarkı söyle oğlum, yol sana görünecektir. 

Şarkının Sözleri: Ey gün doğ artık! Zerrecikler dans ediyor. Şükürler olsun O’na ki bütün evren dans ediyor. Ruhlar dans ediyor, coşkunlukla üstesinden gel. Kulağına danslarının onları nereye götürdüğünü fısıldayacağım... Çöldeki ve havadaki bütün zerrecikler, iyi bilin, onlar deli görünürler. Her bir zerrecik, mutlu ya da mutsuz, güneşe hayran kalırlar ki, hiçbir şey söylenemez.  

Isthar yolda düşer ve kum yutar.

Bab-Aziz: Meleklerin izini taşıyorsun.

Ishtar: Meleklerin izi nedir Bab’Aziz?

Bab-Aziz: Anne karnındaki bebekler evrenin bütün sırlarını bilirler. Ama doğmadan önce bir melek gelir ve parmağını ağzına sokar ve böylece her şeyi unuturlar. Senin gibi bazı bebeklere, o kaybolan bilgilerin hatırası olarak çenelerine iz bırakırlar. Meleklerin izi budur. 

Ishtar: Ama sonra, bildiğimiz her şeyi bir gün hatırlayacak mıyız?

Bab-Aziz: Kim bilir belki! 

Çölde dervişler şarkı söyleyip dans ederler. Dervişler birlikte bir yere gelirler, yemek yerler. Bir derviş kuyuya atlar, çıkarırlar. Bir kadının yanına oturur. Adı Osman’dır. “Sarayımı arıyorum. Kuyunun dibinde duruyor. Sarayımı istiyorum. Bab-Aziz gelir, onun başını okşar, “bana hikayeni anlat evladım. Kalbinin acısını azaltır. “İlk defa bir kuyuya düştüğümde, kendimi bir sarayda buldum. Peki şimdi sarayım nerede? Babam öldükten sonra onun gibi kum taşıyıcısı oldum. En iyi müşterim katipti. Onun yerinde öğrencisi Hüseyin ile tanıştım. Tek arkadaşım. Onu da yanıma alarak şehri terk etmek istedim. Ama o gelmek istemedi. Onu orada tutan bir şey vardı. Gizli bir şey…  

Kızıl saçlı derviş: Ruhunla süpür sevgilinin kapısının önünü. Ancak o zaman, onun aşkı olursun. 

Bir kadın dua eder: Sevinçli olduğumuz zaman, ikimizin birleştiği zamandır. Sen ve ben, iki ayrı biçim, ama tek bir ruh, sen ve ben. 

Osman katibin mektubunu götürür. Bir kadın alır. Aşk mektubudur. Okurken kocası gelir ve kaçar. Bir kuyuya düşer. Kuyuya düştüğünde kendisini güzel kızlarla dolu bir sarayda bulur. Zehra’yı sever. Onunla kaçmak ister. Uzakta bir ateş yanıyor, oraya bakmaya gider. Çölde yanan bir palmiye ağacıdır. Geri döndüğünde hiçbir şey yoktur artık. 

Isthar kaybolur, onu şarkı söyleyen Zaid bulur getirir. Çok ateşi vardır. Zaid’in sayesinde iyi olur. 

Şarkı: Bu dünyadaki insanlar mum ateşi önündeki üç kelebek gibidir. İlki ateşe yaklaşmış ve demiş ki: Ben aşkı biliyorum. İkincisi ateşe yavaşça kanadıyla dokunmuş ve demiş ki: Aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim. Üçüncü kendini ateşin ortasına atarak yanarak kül olmuş. Gerçek aşkı sadece o bilir. 

Kızıl saçlı dervişten kendilerini öldürmelerini isteyen adam, bir kadın ile mezara girerler. Derviş onların üstünü kapatır. “İkimizin birleştiği zaman, neşeli olma zamanıdır. Sen ve ben, iki ayrı biçim, ama tek bir ruh, sen ve ben. Seninle benim unutkanlığımız, aynı eğlencenin neşesi…

Ishtar: Dikkatli ol Bab’Aziz. Çok fazla çukur var burada. 

Bab-Aziz: Onlar çukur değil, mezar. 

Ishtar: Ama boşlar Bab’Aziz.

Bab-Aziz: Zamanlarının dolmasını bekliyorlar. 

Ishtar: Ne zaman varacağız? 

Bab-Aziz: (bir mezarın başına oturur) Ben varmam gereken yere vardım. Ama sen Zaid ile birlikte toplantıya gideceksin. 

Ishtar: Hayır, sensiz gitmem Bab’Aziz.

Bab-Aziz: Zaid ile birlikte git ve Noor’u (aşık olduğu kadını) bulmasına yardım et. 

Ishtar: Ama daha bana prensin hikayesinin sonunu anlatmadın. 

Bab-Aziz: Prens orada çok uzun süre kaldı. Suya hayran hayran bakarak kaldı. Sonunda halkı onu unuttu. Sadece derviş ona göz kulak oldu. Arada sırada da ceylan yanına geldi. Prens ruhunu seyretmeye öyle bir daldı ki, görünen dünyayı, görünmeyen dünya uğrana terk etti. 

Ishtar: Sonra Prens derviş mi oldu?

Bab-Aziz: Ishtar artık kalbinin gözleri ile görmeye başladın. Prens uyandığında, yaşlı dervişin kumda bıraktığı elbiseleri buldu. Onları üzerine giydi ve çölde yürümeye başladı…

Manevi dünyayı, gönlünü, içini görmek, Prens’in uyanışıdır. Bir başka prens olan Siddhartha Gautama’nın hikayesindeki gibi. Zenginlik içindeki dünyasını reddeden bir Hint prensi olan Siddhartha, yola çıkar, kendini, kendi gerçeğini aramaya başlar. 6 yıl sonra Neranjara Nehri kıyısındaki bir Bodi (incir) ağacının altında meditasyon yaparken, hırs, kibir gibi dünyevi arzulardan sıyrılır ve kendi uyanışını yaşar. Buda uyanmış olur. Filmde dervişe dönüşen Prens gibi.

Bab-Aziz: Sana vermek istediğim bir şey var. Onun boynuna bir kolye takar. Bu kolye Prens’in boynunda gördüğümüz kolyeyle aynıdır; Prens, Bab’Aziz’in kendisidir, kendi hikayesini anlatır. Nerede olursam olayım seni kolluyor olacağım.... Benim artık kaybettiklerimi bulma zamanım geldi. Toplantı orada. Zaid ile birlikte git. 

Isthar ve Zaid dervişlerin toplandığı yere gelirler. Noor’u ararlar ve bulurlar. 

Bab-Aziz: (mezarının başında oturuyor) Hassan, seni bekliyordum. 

Hassan: Beni mi bekliyorsun?

Bab-Aziz: Ölümüme şahit olman için. 

Hassan: Neden ben? Ben ölümden çok korkarım. 

Bab-Aziz: Anne karnında karanlıktaki bebeğe denseydi ki: Dışarıda aydınlık bir dünya var, yüksek dağlarla dolu, büyük denizleri olan, dalgalanan düzlükleri olan, çiçekleri açmış güzel bahçeleri olan, derleri olan, yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve alevli güneşi olan... Ve sen, bu mucizelerle yüzleşmek yerine, karanlıkla çevrilmiş oturuyorsun. Doğmamış çocuk, bu mucizeler hakkında hiçbir şey bilmediği için, hiçbirine inanmayacaktır. Tıpkı ölümü karşılarken bizim gibi. İşte bu yüzden korkarız. 

Hassan: Ölüm her şeyin sonu olduğundan içinde ışık barındırmaz. 

Bab-Aziz: Ölüm nasıl olur da, başlangıcı olmayan bir şeyin sonu olur? Hassan, oğlum, benim düğün gecemde mutsuz olma.

Hassan: Düğün gecen mi?

Bab-Aziz: Evet. Sonsuzlukla olan evliliğimin. Artık zamanı geldi. Beni yalnız bırak. Daha sonra vücudumu kumla kapatmak için gel. 

Hassan sabah mezarı kapatır. Bab-Aziz’in kıyafetlerini giyerek çölde yürümeye başlar. 

Hakikate, kendine ulaşmak için herkes bir yola çıkar. Bu yol içsel bir yoldur. Derine, daha derine iner. Orada insanı bulur. O ruh, ışık onun dünyasıdır. İçimizdedir…