Sevgili Dostlar, 

Bu hafta size tam beş kez gittiğim Paris’i dilim döndüğünce anlatacağım, kalemim yettiğince yazacağım. Şimdi devamlı takip eden okurlarımızın kafasında şöyle bir düşünce olabilir; madem o kadar çok gittin neden yazmayı bu zamana bıraktın. Gönül rahatlığıyla cevabım şu : Çok iyi hatıralarım yok.  Paris benim ilk yurtdışı görevimin olduğu şehirdir. İstanbul’dan 4 saatte gider 3 buçuk saatte geri dönersiniz. İyi hatıralarımın olmamasının bir sebebi de dönüş güzergahındaki bir türbülanstır. Fransa’ya uçanlar bilir o mevkide sürekli türbülans olacağını. Pilotta zaten ufaktan uyarır kalkıştan önce. Sonra inişte ise her ülkenin kontrolü pasaport kontuarlarında yapılırken bizim uçakların kontrolleri,  uçak körüğünde başlar ki çok can sıkıcı bir durumdur bu. Daha bitmedi kötü hatıralarım,  durun bakalım,  yavaş yavaş anlatacağım. Doku olarak güzel bir şehirdir Paris çünkü  2. Dünya Savaşında Hitler’in bombalamadığı iki şehirden biridir. 

Ne Yapılır, 

Yılda 60 milyon turist ağırlayan bir ülkeden bahsediyoruz. Gerçekten yapacak çok şey var. Bunlardan da en gereksiz ama en ünlüsüdür Eiffel Kulesi. Bizim Konya gibi çok düz bir ovaya kurulduğu için Paris,  şehrin bir çok yerinden görülebilir bu 300 metrelik çelik yığını. Otuzuncu  metrede bir durakta inersiniz asansörden ve oradan bir panoramik bir manzara karşılar sizi. Sonra ikinci durak son kattadır. Bilet alma,  son kata çıkma ve tekrar inme,  şanslıysanız en az 3 saat sürer. Ona göre planlamak gerek. 

Avrupa’da hep birinci bölge kavramı vardır. Paris’te de birinci bölge kavramı vardır ve yürüme mesafesidir çoğunlukla. Ama yine de acizane tavsiyem Hop on Hop off dediğimiz panoramik şehir turu yapan kırmızı otobüslerdir ve yaklaşık kişi başı 21 Euro’dur.

İlk başta ziyaret edilmesi gereken Tuilleries Bahçeleri,  Opera Binası,  Concorde meydanı birbirine birkaç dakikalık yürüme mesafesindedir. Daha sonra meşhur Champs Elysees (Şanzelize) caddesinde bir yürüyüş          ( sadece yürünür çünkü bir bardak kahve 20 euro)    ve caddenin sonunda Arc De Triomphe ( zafer takı) ziyaret edilebilir. Saraylardan ise Versailles Sarayı,  Grand Palais ve Petit Palais ziyarete açıktır.

Dedim ya ova üzerindedir,  şehirdeki tek tepeye Sacre Coeur Klisesi yapılmıştır. Tepenin adı da Montmartre Tepesi(Ressamlar Tepesi) adı verilmiştir. İşte buraya yürünmez,  mutlaka bir vasıta ile gitmek gerekir ve metro tam dibine kadar gider.

11 Euro’ya giriş yapılan Louvre Müzesinde her eserin başında bir dakika durursanız,  müze geziniz tam 365 gün sürüyor. Bende her gidişimde uğradım ve her bölümü hızlı hızlı gezmeye çalıştım. Ama eğer yarım gün ayırırsanız İslam Eserleri bölümü,  Rönesans ve Ortaçağ bölümlerini mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Mona Lisa’yı canlı görmenin keyfini anlatamam. İnanın o duygu anlatılmaz. Nasıl bir yetenek onu çizmiş ve o renkleri vermiş hayret ki ne hayret. 

Hemen çıkınca yürüme mesafesinde olan Notr Damme Klisesi ziyaret edilmeli. Haçlı seferleri kararları bu kilisede alınır ve ordu buradan hareket edermiş. Kiliseden çıkınca da Saint Sebastian Bulvarından güneye doğru yaklaşık bir km yürüdüğünüzde sizi bir sürpriz karşılar. Türk Mahallesi. Gerçekten kendinizi Türkiye’de hissedersiniz. Sabah çorba içer öğlen kebap yer akşam kahvede kağıt oynar çay içersiniz. Fransa’yı yakan meşhur sarı gömleklilerin olay çıkaramadığı yağma yapamadığı belki de tek yerdir bizim mahalle. Türk denmesi yetiyor,  yağmacıyı,  hırsızı,  arsızı geri tutuyor. Ne mutlu bize. 

Son olarak acizane tavsiyem Seine Nehrinde bir bot turuna katılmanız. Eğer çocuklarla giderseniz de Disneyland gezisi ayarlanabilir. 

Dostlar, 

İlk kez 2010 Eylül ayında gittim Paris’e,  sonra 2012 hariç yine her Eylül ayında toplamda beş kere arka arkaya gittim. Sözün özü her gittiğimde ülkenin yavaş yavaş çöküşüne ve bugünkü sarı yeleklilere kadar varan sürece şahit oldum. Her gittiğimde evsizlerin artmasını net bir şekilde gördüm. Hatta bir tanesi hiç sebep yokken bana saldırmaya kalktı,  bu da kötü hatıralarımdan biridir. Şehir Avrupa’nın en pis başkentidir.  Türk lokantaları hariç yemek yenecek bir yer de yoktur. Peyniri meşhurdur, yersen. İnsanı medenidir güya,  eğer Fransızca konuşmazsan medeniyeti gösterirler sana.  Nasıl Rönesans milliyetçiliğinin fitilini yaktılarsa,  yine AB’de milliyetçilik akımını onlar başlatmışlardır. Sonunda da Brexit ile AB çatırdamaya başlamıştır. 

Gel gelelim Afyon’umuza, 

2010’da başlayıp 2013’te sona eren bir AB projesinde görev yaptım. Ülke ziyaretlerinin planlandığı ilk toplantıda da final ziyaretini Türkiye dolaysıyla Afyon’a almayı başardım. Çünkü hem kendime hem şehrimize güveniyordum. 2013 Mayıs ayında 6 ülkeden toplam 75 kişiye ev sahipliği yaptık. Şimdi sizlerle projenin koordinatörü yani bir nevi patronu olan Fransız meslektaşımın NG Afyon’un balo salonundaki Final gecesinde yaptığı konuşmasının bir bölümünü,  her hangi bir katkı yapmadan yazacağım:

“Buraya türlü endişelerle geldiğimiz doğrudur. Ancak biz Türkiye’yi böyle bilmiyorduk. Bize böyle anlatmadılar. Bizim televizyonlarımızda haber ajanslarımızda farklı bir Türkiye gösterdiler bize. AB’ne hala girememiş olması çok enteresan. Hatta girerse liderlik bile yapabilir. Bu standartlara sahip olmanız sizler için gurur verici. Ben ve tüm ekibim kalbimizin bir tarafını burada bırakarak yarın ülkelerimize döneceğiz. Her şey için çok teşekkür ederim.” 

Bende olaya Fransız kalmayıp,  onlara bu konuşmayı yaptıran başta Afyon halkı olmak üzere herkese çok teşekkür ederim. Dönemin NG Afyon müdürü İmge Hanım'a da ayriyeten teşekkür etmek lazım. Kendisi artık NG bünyesinde Antalya’da çalışıyor. Afyon’a çok emeği var. Yeni görev yerinde başarılar dilerim kendisine.

Bir dahaki yazımda görüşmek üzere hoşçakalın sevgiyle kalın.